Birey Nedir?
Birey Nedir?
Birey kavramı; modern düşünce tarihinin bizlere sunmuş olduğu
bir kavramdır. Ortaçağ Avrupa’sında kilise her alana hükmediyordu. Ancak
aydınlanma çağında bu iktidar kiliseden alınarak insan aklına verildi. Bu dönem
insanın kendi hayatı üzerinde söz sahibi olduğu, bilimsel bir yaklaşımın
benimsendiği, insanın hak ve özgürlüklere sahip olması gibi değerlerle
fertlerin önem kazandığı bir dönem oldu ve birey kavramı böylece hayatımıza
girdi. Oluşum sürecini alt başlıklarda daha detaylı göreceğiz.
Birey Kavramına Yaklaşımlar

1.
Yapısalcı Yaklaşım
Toplumun bir yapısı olduğunu, yapının bir işleyişi ve bu
yapı içinde tüm kurumların belli işlevleri olduğunu kabul eden bu sosyolojik
yaklaşımda birey toplumsal yapının dinamikleri ile oluşan bir varlıktır.
Toplumsal yapının en küçük yapı taşı olan aile içerisinde oluşmaya başlayan
bireyin oluşumunda toplumun tüm kurumları, konumları gereği belli derecelerde
rol oynayarak bireyin oluşmasını sağlarlar ki bireyin bu şekilde oluşması
sosyalizasyon olarak adlandırılır. Birey toplumsal yapının bir ürünü olarak
kabul edilir.
2.
Etkileşimci Yaklaşım
Yapısalcı yaklaşım bireyin oluşumunda temel rolü toplumsal
oluşum ve yapılara bağlarken, etkileşimci yaklaşım, bireylerin toplumsal hayatı
nasıl anlamlandırdığını, birey etkileşimlerle bu anlamları nasıl inşa ettiğini
önemser. Birey toplumsal hayatta pasif bir özne değil aktif bir öznedir ve
toplumsal değişime etki eder. Toplumsal
yapı sabit değildir ve bireysel etkileşimlerle sürekli değişmektedir.
3.
Çatışmacı Yaklaşım
Bu yaklaşımın kurucusu Karl Marks ve Max Weber’dir.
İnsanların tabiatları gereği bazı çıkar duygularına sahip olduğunu dile
getirilir. Özellikle Karl Mark insanları belli çıkarları olan gruplar halinde
görür ki bu gruplara sınıf demişti. Bireyin kendi sınıfının özelliklerini ve
yaşam şeklini taşıdığını düşünür. Felsefesi gereği sermaye ve emek çatışma
halindedir, çünkü bu iki sınıfın çıkarları çatışmaktadır. Birey bu iki sınıftan
birine mensuptur ve ona göre yaşar. Dolayısıyla birey çıkarları gereği diğer
sınıflarla çatışma halindedir.
Birey ve Toplum Düalizmi
Bireyin mi toplumu belirlediği, toplumun mu bireyi
belirlediği tartışması toplum birey düalizmini oluşturur. Antony Giddens’ın
yapılandırma kuramı toplum ve bireyin sürekli olarak birbirini ürettiğini dile
getirerek çift yönlü etkileşime vurgu yapar.
Pierre Bourdieu alışkanlık kuramıyla bireylerin toplumsal kuralları
içselleştirme yetenekleriyle beraber bu kuralları değiştirme yetisini de vurgular.
Birey ve toplum arasındaki diyalektik ilişki birbirini şekillendiren dinamik
bir süreci anlatır.
Birey ve Toplumun Dikotomik İlişkisi
Bu kavram bireyin toplumsuz, toplumun bireysiz var olamayacağını anlatır. Dikotomi birbirini tamamalayan olgu ve durumlar için kullanılır. Bu açıdan bakıldığında bireyin bir toplumsal ağ içinde gelişebildiğini ve potansiyelini kullanabildiğini görüyoruz. Toplumsal varoluş bireylerin varlığıyla vücut bulur ve toplumsal gelişim ve dönüşüm de bireyler ve bireylerin oluşturduğu örgütlenmeler aracılığıyla gerçekleşir.
Avcı Toplayıcı Toplumda Birey
Başlıkta her ne kadar birey kavramını kullansak da aslında
bu kavramın Rönesans’la ortaya çıktığını bir kez daha not olarak düşelim
buraya. Bu dönemde, zor vahşi doğa koşullarında, hayatta kalmaya çalışan insan,
küçük klanlar halinde yaşıyor, kadınlar toplayıcılık yaparak besin ihtiyacını
karşılamaya yardımcı olurken erkekler de avlanıyordu. Toplumda toplayıcılığın
besin bulunmasındaki temel işlevi avcılıktan gelecek besine göre daha garantili
bir konumdaydı. Dolayısıyla kadının toplum içinde daha fazla ön planda olduğu
bir dönemden söz ediyoruz. Burada birey klanın bir parçası ve özgül varlığı
klandaki rolüyle eşdeğer. Belirli rolleri üstlenen bireylerden oluşan bir
topluluk yapısı içinde yapıp etmeleri belli ve seçimleri bu koşullar ile
sınırlı bireylerden bahsetmiş oluyoruz. Nedir bu roller diyecek olursak;
kadınların toplayıcılık, ev işleri ve çocuk bakımıyla, erkeklerin ise avcılık
ve bu avda kullanılacak aletlerin yapıcısı görevlerini üstlendiğini görüyoruz.
Avcı toplayı dönemi (paleolitik) üst evrelerinde insanın iletişim kabiliyetinin
arttığı ve diğer klanlarla da etkileşim içine girdiği bir süreçte birey kendi
klanıyla sınırlı değildir artık. Kendi klanı dışındaki kişilerle evlenebilmekte(egzogami)
ve değiş tokuşa dayalı minimal bir ekonomik sistemin içinde bulunmaktadır. İnsanın
iletişim yeteneğini geliştirdiği ve soyut düşünme yeteneğini kazandığı sanatsal
faaliyetlerin de görülmeye başlandığı bu dönemde bireyin kendini ifade
yollarının genişlediğini belirtelim.
Tarım Toplumunda Birey
Sanayi Toplumunda Birey
Buraya kadar anlattığımız dönemler aslında birey kavramının
olmadığı dönemlerdi, kişilerin toplum içinde belli sınıfsal, dinsel roller ile
sınırlandığı kendi seçimlerinin olmadığı bir kişi yapılanmasıdır bu
dönemlerdeki birey. Biz birey kavramını görmeye; sanayi devrimiyle oluşan,
kelime anlamıyla ‘yeniden doğuşu’ ifade eden Rönesans yani Aydınlanma( aklın ve
bilimin ön plana çıktığı ve değerlerin bunlar üzerine inşa edildiği dönem) çağıyla
başlıyoruz. Skolastik düşüncenin(kilisenin kabul ettiği din anlayışının hâkim
olduğu dönem) kırılması, aristokrasi (toprak sahibi olanların hâkim sınıf
olduğu ve gücü elinde bulundurduğu dönem) sınıfının yerini burjuva sınıfının
almasıyla bireyin oluşmaya başladığını görüyoruz. Coğrafi keşiflerle başlayan
ticaret Avrupa’da zenginleşen bir sınıfın oluşmasına zemin hazırladı. Ticaretle
mal birikimine sahip olan bu sınıf sanayi dönemiyle üretimi yapan ve daha çok
güçlenen sınıf oldu. Ancak aristokratların sahip olduğu siyasal ve hukuksal
haklara sahip değildi bu sınıf. Burjuva olarak adlandırılan bu sınıf bilim ve
sanat için de öncülük ediyor artık toplumda hak ettiği hukuksal ve siyasal gücü
de talep ediyordu. Ardı ardına yaşanan gelişmelerle Martin Luther; kilisenin
din anlayışını eleştiriyor, kilisenin kendini merkeze koyduğu din anlayışına
karşı kişilerin incili esas alıp kendi yorumlarına göre bir din anlayışının
yayılmasında etkili oluyordu. Bireyi kilisenin kıskacından çıkaran bu anlayış
kişilere özgür bir alan tanıyordu.
Protestanlığın kurucusu Jean Calvin ise kurtuluşun diğer dünya da değil
bu dünya da olduğunu söyleyerek yeni bir açılım getiriyordu dini bakışa. 19.
Yüzyılda coğrafi keşiflerle başlayan bu süreç dinde reformların yapıldığı,
bilimin ve sanatın önemsendiği bir yapı kazanarak Rönesans’ın temelini
oluşturdu. Düşünsel zemini hazırlanan özgürlük ve eşitlik kavramları, sanata ve
bilime verdiği destekle ve kazandığı birikimle yeterince güçlendiğini düşünen
burjuva sınıfına eşitlik ve özgürlük taleplerini dillendirme cesareti verdi. Ticaretin
önem kazandığı bu dönem liberalizm ve birey kavramlarının ortaya çıkışının da
membaıdır. Rönesans’ın doğurup büyüttü bu iki kavramı birbirinden ayırmak
mümkün gözükmüyor. Zira liberalizmin yaşayabilmesi için seçim yapan, rekabet
eden, ekonomik düzenden kendisi için mal mülk birikim talep eden kişilik yapılanması
elzemdir. Artık bildiğimiz anlamda birey kavramı oluşmuştur. İnsan var olduğu
için kendi varlığıyla değerledir. Sınıf,
din, cinsiyet gibi toplumsal rollerinden bağımsız olarak, varoluşuyla bir değer
olarak kabul edilmiş, insan aklının değeri kendisine teslim edilmiş, düşünen
anlayan, kendi yolunu ve kaderini çizen, kendini inşa eden bir varlık olarak
birey kavramıyla tanımlanmıştır.
Modernite ve Birey
Düşünsel alt yapısını Rönesans’tan, politik altyapısını
Fransız Devriminden ve ekonomik altyapısını Sanayi Devriminden alan Modernite;
aklın ön planda tutulduğu, dinin toplumsal yaşamda arka plana itildiği,
laikliğin benimsediği bir dönemin adı olarak bireyciliğin ön plana çıktığı,
bireysel varoluşun önemsendiği bir çağ oldu.
Bireysel farklılıklara
vurgu yapan, bireysel özgürlükleri savunan bu çağın, küreselleşmenin etkisiyle
bu savlarını yeterince yaşatamadığı da ayrı bir sorunsal olarak önümüzde
durmaktadır. Dünyanın her yeri için üretim yapan uluslararası şirketler ve
küresel aktörler için benzer taleplerin oluşturulması önemliydi. Dolayısıyla beğenilerimizin,
istek ve arzularımızın şekillendirilmesi gerekliydi. Afrika’nın bir köyünde
veya dünyanın en büyük şehirlerinde benzer tüketim alışkanlıklarını oluşturmak
gerekiyordu. Kurulan okullar, yayınlanan gazeteler, evlerimizin başköşesini
süsleyen televizyonlar ve bunlar aracılığıyla bizlere sunulan yeni hayat tarzı, bizleri kendini özgür zanneden ama onların sunduğu hayat tarzının peşinden giden
bireylere dönüştürdü. Modernite’nin en çok güvendiği aklımız bize yol
göstermeliydi ancak akıl tutulmasını hiç kimse hesaba katmamıştı. Bize sunulan
her şeyi akıl süzgecinden geçirmeden, oluşan her modayı takip ederek bireysel özgürlüğümüzden
uzaklaşıyor ve Modernite’nin bize vadettiği bireysel varoluşa kavuşamıyor ve
içimizdeki eksikliğe bir anlam veremiyoruz. Eksilen eski aidiyetlerimizin
yerine neyi koyacağımızı bilemiyoruz.
Sosyal medyaya hâkim büyük şirketlerin, ülkelerin siyasal
hayatını yönlendirecek bilgileri kullanabildikleri skandallara şahitlik
yaptığımız bir dönemdeyiz. Deepfake videolarla
size ait görüntüler sizin yapmadığınız ve söylemediğiniz şeyleri yapıyor ve
söylüyor gibi gösterebilmektedir. Bu kadar manipülatif bir ortamda özgür birey
olabilmek araştırmacı ve bilinçli olmayı gerektiriyor.
Toplumun pek çok yapısal aygıtlarıyla bireyselliğimiz, pek
çok şekilde engellenmeye çalışılmakta. Neyi giyeceğimiz, neyi yiyeceğimiz,
hangi siyasi oluşuma oy vereceğimiz çoğu zaman bilinçli seçimlerimiz olmuyor.
Bu karamsar tablodan sonra şunu söyleyebiliriz ki özgür olmak bir hak olsa da
tarihin hiçbir döneminde insana altın kâsede sunulmadı, insan çabalayarak özgür
olabilir. Özgür olmak bir sorumluluktur bu koşullarda. Araştırmak ve hazır
bilgi tabletlerinden kaçınmak bizlere özgürlüğün yolunu açacak adımlardır.
Özgür birey olmak için çaba harcamak dileğiyle.
Kaynak
Toplumsallaşma Kavramı Üzerine Sosyolojik Bir Değerlendirme,Yakup
ÇOŞTU
http://www.turkishstudies.net/social
- Birey-Toplum Dikotomisi Üzerinden Ailenin Serencamına Kuramsal Bir Bakış A
Theoretical Perspective on the Denouement of the Family Through the
Individual-Society Dichotomy İrfan Yıldırım*
Sosyoloji Notları, Sayı: 1, 2007, s. 4-8-Harold Garfınkel Ve
Etnometodoloji Cihad Özsöz*
Parlak İ ve Öztürk E (2018). Bireyler ve Birey Olamayan
Bireyler: Liberalizm ve 567 19. Yüzyılın Çelişkileri. Mülkiye Dergisi, 42 (4),
565-592.
https://dergipark.org.tr/Sosyoloji Dergisi Sayı: 33 Yıl:
2016 Modernite Projesinin Kökenleri, Dinamikleri Ve Sonu, Pelin ÖNDER EROL
Yorumlar
Yorum Gönder