Aile Nedir?



 Aile Nedir?



        Aile tarihin neredeyse her döneminde insan ve toplum hayatında önemli bir yere sahip oldu. Aile dinlerin ve ideolojilerin merkezinde bir kurum olarak merkezi bir görev üstlendi. Bireylerin hayatında ise etkisi tartışmasız. Aile; hayata gözlerimizi açtığımız anda kendimizi içinde bulduğumuz, hayatı onların penceresinden görmeye başladığımız, sosyal bir varlık olarak sosyalleşmenin ilk adımlarını en derin şekilde hissettiğimiz bir kurum. Bizi koruyup kollayan, sınırlayan ve yol çizen yapısıyla zaman zaman baskısını, zaman zaman yakınlığını hissediyoruz. Bu kurum kutsal mı vaz geçilmez mi? Bu tartışmaya pek çok açıdan cevaplar verilse de bu konuda kesin kanılar varmak yerine ailenin ne olduğunu, birey ve toplum için nasıl anlamlar yüklendiğini incelemek her savunun ilk adımı. Bizim de amacımız aileyi tanımak, hem gözlemlerimiz hem de bilimsel incelemeler ışığında aile kurumunu anlamak.

 

Tarihsel Açıdan Ailenin Gelişimi ve Dönüşümü

 

        Ailenin tarihine bir göz attığımız zaman avcı toplayıcı toplumlarda kadın hem üremedeki rolü nedeniyle hem da besin toplayıcı özelliği ile içinde bulunduğu topluluk için kilit bir noktadaydı ve anaerkil yapının mevcut olduğu bir dönemdi. Erkek avlanıyordu ama her avın başarılı olması mümkün olmuyordu. Bu nedenle besin toplam özelliği ile kadın bir üstünlük sağlıyordu. Kadın bu konumu tarım devrimiyle beraber kaybetti. Çünkü artık fiziksel gücün önem kazandığı, sermaye birikiminin olduğu bu dönemde avantaj erkeklerin eline geçmişti ve elinde bulundurmak içinde canla başla o günden bugüne çabalayacaktı. Geniş aile yapısı ve ataerkil otorite tarzıyla karakterize olan bu dönem de çekirdek aileler de bulunuyordu. Sanayi devrimin yaşanması ise aile yapısını ciddi biçimde etkiledi ve çekirdek aile hâkim aile modeli olarak boy gösterdi. Kadınların iş yaşamına katılması ve kentleşmenin artmasıyla daha kolay mobilize olabilen çekirdek aile yapısı yaygınlaştı.

        Geleneksel aile yapısında çok çocuk olması üretim açısından ücretsiz üş gücü sağlarken kent yaşamına gelindiğinde eve gelen gelirin çok kişi arasında paylaşılması yerine daha az kişinin daha çok kaynaktan istifade etmesi ve daha müreffeh yaşaması arzu edildiğinden çocuk sayısı düşüş gösterdi. Sanayileşmenin neden olduğu değişim ailenin işlevlerinde de önemli değişikliklere yol açtı. Eğitim, bakım ve eğlence gibi kimi işlevler uzmanlaşmış kurumlara terkedildi. Aile bütün gün bir arada değildir artık, fabrikalarda ve başkaca sektörlerde gün boyu çalışıp para kazanmak zorundadır aile bireyleri. Çocuklar kreşlerde veya okullardadır bir iş sahibi oluncaya kadar. Bireylerin güçleri tek başlarına ekonomik ihtiyaçlarını karşılayabilecekleri bir ekonomik düzen içindedir ve geniş aile, sahip olduğu işlevleri kaybetmiştir. Ailenin kimi işlevleri başka kurumlar tarafından karşılanırken kimi işlevlerini de bireyler üstlenmiştir. 

 

Dinlerin ve İdeolojilerin Aileye Bakış Açısı


 

        Aile; içinde yaşanılan toplumun yeniden yeniden üretildiği bir birim olarak kabul edilir. Nasıl bir fabrikada temel üretim birimleri bulunuyorsa toplumda da aile bu temel üretim birimidir. Aile bireyin dini inançlarını, toplumun değer yargılarını, davranış kalıplarını öğrendiği, yani bireyin sosyalleşme yetisini kazandığı ilk ve temel yerdir. Bu nedenle inanç ve düşünce sistemleri aileyi merkezi bir konuma koyar ve kendi inanç ve düşüncelerini geleceğe aktarılması için bir köprü olarak görür. Bu nedenle de aileyi korumak için önlemler alır ve aileyi kutsal bir alan olarak konumlar. Var olan düzenin garantörü olarak aile kurumu görülür demek pek te abartıya kaçan bir tavır olmayacaktır bu durumda. Kapitalizm aileyi iş gücü emeğinin üretiminden sorumlu bir birim olarak görürken bir taraftan da ürettiklerini satabileceği en küçük birim olarak değerlendirir. Dinler savundukları inanç ve değerlerin ailede öğretilmesini talep eder ve ailenin bir işlevi olarak dini yaşantının çocuklara aktarılmasını ister. Aile kavramına olumsuz yaklaşan düşünce sistemlerinin başında feminizm gelir. Feminist düşünce; tarihsel süreçte ataerkil toplumsal düzen nedeniyle kadınların erkeklere oranla daha azla yetindiğini ve erkeklerle eşit hak ve özgürlüklere sahip olmadığını, bu yapının devam ettirilmesinde ise ailenin önemli bir rolü olduğuna vurgu yapar. Var olanı geleceğe aktaran ve var olanı tekrar tekrar üreten aile her seferinde ataerkil düzeni tekrar üretmektedir. Feminizmin bu ilk ve katı yorumu olan radikal feminizm zamanla değişime uğrayarak daha  ılımlı feminist akımları oluşturmuştur. Daha eşitlikçe ve demokratik bir aile yapısının, hak ve ödevlerin adilce paylaşıldığı bir ailenin de eşitlik ve demokratik aile modelini üretmeye devam edeceği görüşü benimsenmiştir. Ailenin böylesi bir dönüşümü arzu edilmiştir. Feminizmin kadın hakları savunusu, toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması yönünde yapılan çalışmalarla bir çok kazanıma imza atmıştır.

Aile ve Mahremiyet

        Aile, sahip olduğu dokunulmazlık zırhıyla da mahremiyetin de en derinden yaşandığı kurum olma özelliğini uzun süre korudu. Mahremiyet o kadar önemseniyordu ki işlenen pek çok suç ve cürüm gizli kalmaya mahkûmdu. Kadının ve çocuğun uğradığı şiddet ve istismar kendini mahremiyetin gizli sokaklarında saklamayı dokunulmazlık zırhı olarak kutsalla birleştiğinde kolayca başarabiliyordu. Kol kırılır, yen içinde kalırdı. Bu durum sanayileşmeyle başlayan kadın hakları ve eşitlik savunularıyla azalma yolunu tuttu. Günümüze gelindiğinde ise aile artık, yaşam tarzıyla yapıp ettikleriyle sosyal medyada boy gösterebiliyor daha önce mahrem kabul edilen yaşantılarıyla sosyal medyada var olabiliyor.  kimi zaman bu paylaşımlar her kese açık olarak gösterilen ve bir iş olarak da kabul görüyor. dolayısıyla ailede mahremiyet kavramını değiştiğine tanık oluyoruz. 

Aile, Bağlanma ve Güven Duygusu 

         Birey olarak kendimizi güvende hissetmek temel içgüdümüz olan yaşam içgüdüsünün sonucu olarak ilk ve en önemli isteğimizdir ve hali hazırda bunun ilk elden sağlayıcısı ailedir. Bu güven duygusunun sağlanmasında anne ve babamızla kurduğumuz ilişki etkilidir. Onların bizi koruyup kollayacağı hissini net bir şekilde yaşadığımızda varoluş serüvenimizin en temel ihtiyacını karşılamış oluruz. Kabul edilme, onaylanma sevilme ihtiyacımız da karşılandığında bizi hayata sıkı sıkıya bağlayacak ve mutluluğumuzun kaynağı olacaktır. Ancak bunların karşılanmadığı veya yeterince karşılanmadığı aile ortamları da bireylerin bu hayattaki cehennemi olmaya adaydır. Kişiler güvensiz hissedecek, yaşarken aile içindeki deneyimleriyle orantılı sıkıntı ve sorunlarla belki hayatlarının sonuna kadar uğraşacaklardır. Modern toplum; bu sorunlara çözüm bulmak için psikoloji bilimini seferber etmiştir.

 

Modern Ailede Rol Çatışması

        Sanayi devrimiyle beraber kadın da iş hayatına girdi. Bu durumu benimsemek kadınlar için pek güç olmadı. Çünkü artık kendi paraları, kendi güçleri olacaktı. Başka bir deyimle kendi ayaklarının üzerinde duracak, hayat yolunda kendi ayaklarıyla yürüyeceklerdi. Bu süreç kadınlar için pek de kolay olmadı. Çünkü erkek evine para getiren, evin reisi ve otoritesiyken bu durumu kaybetmek istemiyordu. Kadınlar hem erkeğin direnciyle karşılaştı, hem de aynı anda birden çok rolü üstlenmek durumunda kaldı. Hem ev işleri ve çocuk bakımın yükü hem de iş yükünü aynı anda omuzladı ve doğal olarak o yük zaman içinde ağırlaştı ve kadınları psikolojik açıdan yordu. Kaygı ve stresle başa çıkmak zorunda kaldı kadınlar. Erkler ise alışık oldukları düzeni devam ettirebilmek için ellerinden geleni yapıyordu. Kadınların onlardan talepleri farklılaşmıştı artık. Kadınlar anlayış, empati, ev işlerinde ve çocuk bakımında yardım bekliyorlardı. Erkeklerin bu taleplere adapte olması kolay olmayacak. Erkekler hala ev işlerindeki sorumlulukları kabul etmiyor ve kadına tevdi ediyor. Bu değişim evresinde evlerde kadının ve erkeğin rollerinin belli olduğu ve tek rol olarak kabul edilen kadınlık ve erkeklik rollerinin yerini  ikili rol alıyordu. Kadın artık erkek gibi çalışmaya başlamış ve geleneksel kadınlık rollerine de bir taraftan devam ediyor, erkekler de geleneksel rollerini sürdürürken ev işine ve çocuk bakımına yardımcı olması beklenen başka bir rolle karşı karşıya kalıyor. Modern toplum da bu rol çatışması da bir taraftan devam ederken değişim yavaş da olsa ümit veriyor. Çünkü kadınların eşitlik talebi de gün geçtikçe artıyor.

Bildiğimiz Ailenin Sonuna mı Geliyoruz?

 

        Ailenin varlığını neler tehdit ediyor, aile bir gün bitecek mi soruları da postmodern toplumda sorulmaya başlandı. Teknolojiyle birlikte insanların hayatı anlama ve yaşama şekli değişmeye başladı. Bireysel doyum kişiler için hiçbir zaman önemli olmadığı kadar önemli. Kişinin kendini var etmesi, yeteneklerini kazanca dönüştürmesi, başarı merdivenlerini hızlıca tırmanması, maddi refaha ulaşmak için var gücüyle çabalaması, rekabet ve tüketimle tanımlanan yeni düzende kendine bir yer bulabilmesi her zamankinde daha zor ve daha arzulanası. Bu yaşam tarzında evliliğin de ailenin de değişeceği muhakkak. Evliliğe atfedilen anlam ekonomik refahın artmasıyla daha ödüllendirici ve doyum sağlayıcı bir yapıya dönüştü. Evlilikten beklenen güven, bağlılık, sevgi ve sadakat gibi özelliklerin tatmin edici boyutta olmaması evliliğin kolayca sonlanabilmesine neden olabiliyor. Öte yandan evlilikteki sorunlar karşısında bireylerin çekip gidebilecekleri ve kendilerine yeni bir hayat kurabilecekleri bir hayat eskiye oranla daha kolay. Ayrıca evlenmenin bir zorunluluk olduğuna dair düşünce de yumuşamaya ve insanlar farklı yaşam tiplerini denemeye daha hevesli görünüyor. Bu değişim birlikte yaşam veya ilişkiyi farklı evlerde yaşayarak sürdürme, sadece cinsel boyutu olan ilişki durumları da sosyal hayata daha sık dâhil olabiliyor. Geniş ailenin yaşandığı dönemlerde evlilik büyüklerin yönlendirmesiyle uygulanan bir eylemken şuanda bireylerin karar verdiği ve dar aile içi evlilik şeklinde yaşanmayan bir süreç. Bu nedenle boşanmak daha kabul edilebilir bir seyir izliyor. Başlangıçta sorduğumuz soruya dönecek olursak bildiğimiz ailenin değiştiği muhakkak ama sonu geldi iddialı bir deyim. İnsanlar sevgi ve güvene ihtiyaç duydukça bazı işlevlerini kaybet se de aile var olacak. Pesimist bir yaklaşımla şöyle bir sav öne sürebilirim; teknolojinin bize sağladığı konfor ve kolaylıklar mücadeleci karakterimizi eritebilir. Her an iletişim halinde olmak ve dünyanın herhangi bir yerindeki bir insanla iletişim kurabilmek bizde seçeneklerin çok olduğu algısını yaratıyor, ihtiyacımız olanı her bulabileceğimiz düşüncesi bağlanma ve sevme kapasitemizi olumsuz etkiliyor. Ailenin sağladığı işlevlerin tamamen kaybolması durumunda aile kavramı belki uzunca bir süre bir alışkanlık olarak korunacak ama günün birinde bitme ihtimali yok diyemeyeceğim. Distopik romanlarda aileyle ilgili bitiş anlatıları günün birinde gerçekleşebilir. Olasılıksız diyemeyiz ailenin bitişine. 

Küreselleşme ve Evliliğe Etkileri

        Küreselleşme hayatımızın pek çok alanına etki etti. Bunlardan biri de hiç kuşkusuz aile. Dünya genelinde kabul görmeye başlayan aşk evlilikleri de aile hayatını derinden etkiledi. Aşkın bitmesi evliliğin sonlandırılması için bir gerekçe olabilmekte. Hayat koşullarının zorlaşması, insanların daha fazla refah ve konfor talep etmesi de aileye bakış açısını değiştirdi. Boşanmalar arttı. Boşanmanın çok yargılandığı dönemlerin aksine artık anlamını kaybetmiş evliliklerin sonlanmasının doğal karşılandığı bir perspektifteyiz. Kadınların katlanılması çok zor durumlara toplum baskısı ve çocuklarını büyütebilmek adına katlandığı evlilikler bitti diyemeyiz ama böyle evliliklerin devam etmesi eskisi kadar zorunlu algılanmıyor. Evliliğin karşıladığı ihtiyaçlara cevap verememesi, hukuk sisteminde boşanma gerekçesi olurken artık toplumun önemli bir kesimi tarafından da kabul görüyor. Teknolojin gelişmesi ekonomik üretim şeklinin değişmesiyle geleneksel bağların gücünü kaybetmesi, geniş aileden çekirdek aileye geçişle birlikte bireyselliğin artması, evliliğin doyum sağlayıcı boyutunun ön plana çıkması boşanmaların artmasında etkili oldu. Bu da toplumda farklı yaşam şekillerinin ve aile tiplerinin ortaya çıkmasına neden oldu.

Tek ebeveynli aileler: Boşanmayla birlikte aile anne çocuk ve ya baba çocuktan oluşan bir aile tipi toplumda artık sık rastlanan bir duruma dönüştü.

Çekirdek aile: Günümüz başat aile formu demek pek de yanlış bir tespit olmayacaktır. Anne baba ve çocuklardan oluşan bu aile modeli arzu edilen bir aile modeli olarak idealize edildi süreç içerisinde.

Babasız aile: Boşanma sonrası anne ve çocuktan oluşan, bazen de bekâr annelerin oluşturduğu anne çocuktan oluşan aile modeli de artık toplumda rastlanan bir modeldir. Evlenmek istemeyen kadınların bekâr olarak çocuk sahibi olmak istemeleriyle ortaya çıkan ya da istenmeyen gebeliğin sonlandırılmamasıyla da oluşabilen bir aile tipidir.

Karışık aile: Boşanmış bir çiftin çocuklarının dâhil olduğu aile tipi de boşanmaların artması sonucu şahit olduğumuz bir aile modeli olarak karşımıza çıkıyor.

        Aile; canlı bir varlık gibi sürekli gelişip dönüşen bir yapıdır. Değişim toplumları huzursuz etse de kaçınamayacağımız bir gerçek. Aile de gelişip dönüşürken kimi işlevlerini kaybediyor, kimi işlevlerini de güçlendirerek devam ettiriyor. Bireylerin ihtiyaçlarını karşıladığı sürece de varlığını koruyacak bir yapı olarak hala karşımızda azametle duruyor.

 

Kaynak

https://dergipark.org.tr/ Medeniyet ve Toplum / Bahar 2017 Cilt 1 Sayı 1-Tarihsel Süreçte Aile Kurumunun Dönüşümü ve Geleceğine Yönelik Çıkarımlar† Faruk TURĞUT

https://dergipark.org.tr/ Aile ve Toplum Yıl: 1 Cilt: 1 Sayı: 1 Mart 1991 ISSN: 1303-0256-Aile ve Eğitim • Sürmeli AĞDEMİR*

https://dergipark.org.tr/ Bir Sosyal Politika Aracı Olarak Tarihsel Süreçte Ailenin Değişen/Değişmeyen Rolleri* Arş. Gör. Meryem TEKİN EPİK1 Arş. Gör. Özal ÇİÇEK2 Arş. Gör. Selin ALTAY3 Bir Sosyal Politika Aracı Olarak Tarihsel Süreçte Ailenin Değişen/Değişmeyen Rolleri

https://dergipark.org.tr/ Yıldırım, İ. (2021). Neoliberal Küreselleşme ve Ailenin Dönüşümü. Siirt Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 9 (7), s.98-120.

https://dergipark.org.tr/Türkiye’de Boşanma ve Sebepleri Yrd. Doç. Dr. Neşide YILDIRIM

 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Sosyal Medya ve Romantik İlişkiler

Aşk Nedir?

Şiddet Nedir?